"İkiru - Akira Kurosawa"
Çok ilgi gösterdiğim ve sevdiğim sinema bu dönemde, hastalığımda çok daha
önemli bir yer kazandı. Hem sinemaya - doğal olarak - daha fazla zaman ayırdım
hem de hayal gücümü zorlayacak filmleri bilgisayarımdan izlemeye başladım.
Bulabildiğim tüm bilim kurgu filmlerini ve fantastik filmleri seyrettim
diyebilirim. O kadar çok film seyrettim
ki çoğunun ismini bile hatırlamaz hale geldim. Hastalığın ilk dönemi, inkar
dönemi geçtikten sonra kanserle ilgili filmler de özel ilgi alanıma girmeye
başladı. Doktorlar tarafından yaşayacakları süre bildirilen (genellikle kısa
bir süre) ağır durumdaki hastalarla ilgili filmler bu kategorideki filmlerin
ana gurubunu oluşturuyor ve anlaşılan en çok ilgiyi bunlar çekiyor. Söz konusukısa süre ömrü kalmış hastalar için
hemen hemen her zaman hastalık olarak kanser seçiliyor. (bir ara AIDS de revaçtaydı ama artık
popülerliğini yitirdi) Yani böyle bir senaryoya en uygun hastalık kanser sanırım.
Filmlerde süreç, film başında hastaya
durumun bildirilmesi ve ondan sonra yaşananlar olarak kurgulanıyor ve çoğunlukla
hastanın ilişkileri ön plana çıkarılıyor. Ağırlıklı olarak hastalığın
değerlendirildiği filmlerden biri “Wit (2001) Y:Mike Nichols” oldukça
etkileyici. Bir de Akira Kurosawa’nın “ikiru (1952)” filmi sözünü etmeye değer bir
film. “bir tek gün olsun senin gibi yaşamak isterim” repliği filmdeki kanserli
bir adamın bir genç kızın günlük yaşamına öykünmesi ve bunun sonucu oluşan yaşama
arzusunun dışa vurumunu anlatıyor. Kanserli olalım veya olmayalım yaşamayı böyle sevebilmek lazım .
Kanserli hastaların yaşam süreçleri ile ilgili bir de güzel dizi buldum: “The
Big C”. Bence çok başarılı bir senaryo ve oyuncu ekibi kurgunun değerini çok
iyi vermiş. Final bölümü hariç özellikle kanserli hastaların seyretmesini
hararetle öneririm. Konumuzla ilgili elbette pek çok film var. Bunlardan birkaç
tanesi:
50/50 (2011) Y: Jonathan Levine
You’re not You (2014) Y:
George C. Wolfe
Biutiful (2010) Y: Alejandro González Iñárritu
Two Weeks (2006) Y: Steve Stockman
The Fault in Our Stars (2014) Y:Josh Boone
Now is Good (2012) Y: Ol
Parker
My Sister’s Keeper (2009) Y: Nick Cassavetes
Two Against Time (2002) Y: David Anspaugh
Autumn in New York (2000) Y: Joan Chen
Beginners (2010) Y:Mike
Mills
My Life Without me (2003) Y: Isabel Coixet
Ve tabi… Love Story (1970) Y:
Arthur Hiller
Sinemaya olan merakım aslında oldukça eskilere dayanır. Doğumumdan
itibaren 12 yaşıma kadar yaşadığım “kırsal bölge” den kente taşınmam ruhumda
yaralar açacak gibiydi. Kenti hüzünlü bir şekilde kabulüm “sinema” ile başladı.
Ankarada sinema vardı ve ben annemle yaptığım pazarlık sonucu haftada bir kez
sinemaya gidebilirdim, ama bir şartla: anneannemle birlikte gidecektim. Okuma
yazma dahi bilmeyen, aramızda 60 yaş fark olan bu özel insanla 2-3 yıl birlikte
sinemaya gittik. Oturduğumuz yere yakın sinemalara hangi film gelirse gelsin
mutlaka gidiyorduk. Sinemanın 70 li yılları, bosstay meyve suları (özellikle
çilek suyu çok lezizdi), patlamış mısır ve anneannem. Gittiğimiz filmlerle
ilgili konuşurduk, kimi zaman kimseye söylemeye cesaret edemeyeceğimiz
sahnelerle ilgili bile konuştuklarımız
olurdu. Anneannemle ben başka bir dünyada yaşıyorduk. Onu namaz kılarken
yakaladığımda gidip seccadesinin önüne yatardım. Ettiği duayı daha yüksek sesle okuyarak beni uyarır ama bana gülmeyi de
ihmal etmezdi. Kocasını ve kardeşlerini savaşta yitirmiş ve annemle tek başına
kalmıştı ama güzel sesi ile kuran okuyarak geçinmiş ve annemi öğretmen okuluna
göndermeyi başarmıştı. Kızını, bölgede az bulunur yüksek okul okumuş
insanlardan babamla evlendirmiş ve başka seçeneği olmadığı için ömür boyu
onlarla yaşamıştı Muhteşem bir kadındı! En çok sevdiği şeylerden elmayı annem
alır ama ona yasak olan akide şekeri ile leblebiyi ben taşırdım. Özellikle
akide şekeri çok gizli operasyonlarla şalvar eteğinin altına saklanırdı. Artık
beni tanıyamadığı dönemde bile akide şekeri aramızdaki bağın bir parçasıydı ve
beni gördüğünde eteğinin altını gösterip bunu ima edebiliyordu.
Anneannemle paylaştığım filmlerden de hemen hiç birini hatırlamıyorum ama
zihnimde hep kovboy filmi sahneleri var. Bir de “sevgili öğretmenim” filminin
birkaç karesi.
Bir gün bir film yapma olanağı ve cesareti bulsam kanser ile ilgili bir
film yapmazdım. Hastalıklar sinemanın ve
genel anlamda sanatın konusu olmamalı. İşin estetik yanı eksik kalıyor.